Yaşam

Gündüz Vassaf: Herkese yapılan haksızlıklar bir manifestoya dönüştü

Gündüz Vassaf’ın 7 yılda yazdığı ‘Ressamın İsyanı’ adlı kitabı Everest Yayınları’ndan çıktı. ‘Saint Lucia’nın Gömülmesi’ tablosunun büyüsüne kapılan romanın ana karakteri, Caravaggio’nun hayat hikayesinden yola çıkarak ülke ülke, resim resim gezerek aşkı, adaletsizliği ve hayatı sorgular.

Kitapta Vassaf, görüşlerinden dolayı 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi’nin Engizisyon Mahkemesi’nde yargılanan, kafir ilan edilen ve diri diri yakılan Giordano Bruno’nun da adaletini arıyor. Roma’da konuşmazdı. Kitabın sonunda Vassaf, Papa’dan Bruno için adalet ve özür talep ederken, aynı zamanda Change.org’da bir anket düzenler; Bu anket için okuyucuların ve haksızlığa karşı çıkmak isteyenlerin imza atması bekleniyor.

Amerika’da bulunan Gündüz Vassaf ile ‘Ressamın İsyanı’nı konuştuk. Vassaf, adaletsizlikle aşkla nasıl başa çıkılacağından da bahsetti.

Caravaggio’ya söylemenizin sebebi nedir?

Öncelikle ‘Mostari: Bir Köprü Bekçisinin Günlüğü’ kitabına dönmem gerekiyor. Mostar’da yaşamaya gittim, nedenini bilmiyordum; Kuzenimin evi vardı, farklı bir kültürü deneyimlemek istedim. Not almaya başladığımda bunun bir kitap olacağını bilmiyordum. Rezidans köprü gibiydi, valizimi boşaltmadan köprüye koştum ve ardından aylarca günde 10-15 saat köprüde notlar aldım; aynı zamanda bir kitaptı. Sonra bir arkadaşım başka bir ülkeyi, tam olarak başka bir dili tanımam için beni Sicilya’ya götürdü. Sonunda Ortigia Adası’nda bir yer bulduk, kilisede Caravaggio’nun resmini yazan bir tabela gördüm. İlk gün kilise kapalıydı, ben de tekrar gittim. Sicilya güneşi kasvetli, kilise karanlık, Caravaggio’nun tablosu da karanlık… Kiliseye girip çıktım. Ben kimim ki korkunç bir fotoğraf… Tekrar gittim, kilisede oturdum, notlar almaya başladım. Ertesi gün aynı… Mostar Köprüsü’ndeki rolüm gibi ama köprü beni bir mıknatıs gibi tuttu.

Her gün Sicilya’da oturdum ve yazmaya başladım. Okudukça ve Caravaggio’nun hayatını ve dönemini tanıdıkça, onun resmi beni Caravaggio’dan daha çok götürdü nedense. Tesadüfler, insan kendini bir şeye kaptırdığında anlam kazanır. Caravaggio’nun Ortigia’ya gelişiyle, benim Sicilya’ya gelişim tamı tamına 400 yıl önce aynı gün. “Aynı gün burada da aynı havayı soludu” dedim. Onunla giderek daha fazla özdeşleşmeye başladım. Sonra notlarım, okumalarım ve hislerim ona yapılan haksızlıklara karşı bir nevi isyana dönüştü. Kitaba yansımıştır.

‘SANATIN TÜM SİGORTASI BİR TÜR MANİFESTOYA DÖNÜŞTÜ’

Kitaptaki karakterle özdeşleşmiş gibisin. Caravaggio da fotoğrafçılıkta sıra dışı kabul ediliyor ve Boğaziçi Üniversitesi’nde o kadar saygınsınız ki kitapta bundan bahsediyorsunuz. Bu kendi üzerinde bir hak arayışı mı? O gün söyleyemediğin şeyi bugün söylemek için mi?

Tanıdıklarımın ve benim yaşadığım haksızlıklar, Demirtaş ve Osman Kavala’nın cezaevinde olması, kadına ve sanata yapılan haksızlıklar hep bir tür aşktan kaynaklanan bir manifestoya dönüştü. Ama insanlık sevgisinin manifestosuna dönüştü. Muhtemelen anlatıcının kitaptaki aşk hikayesi öfkesini yatıştırdı; İşin dokunuşu, muhtemelen aşkın dokunuşuydu. O öfkeler sevgiyle yumuşadı.

Şiddet sevgiyle yumuşar sanırsın. Kitaptaki karakter aşktan kaçan çapkın bir karakterdir. Sanki onu seven hanım peşinden koşuyor.

Bunu karaktere sormalısın. Muhtemelen karakterin de kovalanması bekleniyordu, muhtemelen onu üzmek istemiyordu. Kendisini seven kadını istemese de üzmemek için, onu üzmek istemediği için bütün gün kilisede vakit geçiren farklı, tuhaf ve yalnız bir insan. Aynı zamanda bir Santa Lucia aşığıdır. Tanıdığı hiçbir erkekten değil, muhtemelen onun için de törene birlikte katılırlar. Onların merak ettiği şeylerle de ilgilenir.

‘TÜRÜMÜZÜN YOK OLMASINA HEDEF OLUYORUZ’

İnsanların insanlıktan çıkmasından, niyetin tarihe karışmasından ve robotların dünyayı ele geçirmesinden mi korkuyorsunuz?

Fazlasıyla!? Bu soruyu sorduğunuz ve bu konuya dikkat çektiğiniz için sadece şahsım adına değil, herkes adına, insanlık adına teşekkür ediyorum. Çünkü bildiğimiz üzere yapay zeka ile yapay genel zeka farklı kavramlar. Yapay zeka satranç oynayabilir, kazanabilir, dünya ustasını yenebilir, yenebilir. Ancak dama programlanmadığı için dama oynayamaz. Ancak damaya programlanmışsa, dama oyuncusunu yenebilir. Ancak korktuğumuz bu genel yapay zeka kendi kendine öğrenen ve kendi programlarını yapabilen biri. Dolayısıyla dünyaya barış nasıl gelebilir diye sormaya gerek yok çünkü bildiğimiz ve konuştuğumuz her şey otomatik olarak yapay zekaya yansıyor. “İnsan olmazsa dünyada barış olur” diye karar verirse sistemi, ekonomiyi, her şeyi çökertebilir. Salgın yaymak istiyorsa, onun adına korkarım.

Aralarında Elon Musk’ın da bulunduğu bin kişi, yapay zekayı en az 6 ay durdurmak için imza atarak, “Bunun ahlakına bir bakalım” dedi. Bunun için çok teşekkür ederim. Bugün hangi konuyu konuşursak konuşalım, yaptığınız şeyler çok değerli… Yapay zekadan, küresel ısınmadan, nükleer silah tehdidinden bahsetmeden hiçbir şey konuşamayız. Bu kesinlikle aklımızda olmalı, umarım bizi dürter ve bu hassasiyetten bizi alıkoymaya çalışır çünkü ilacımızın bitmesini izliyoruz.

Ressamın İsyanı, Gündüz Vassaf, 672 s., Everest Yayınları, 2023.

Kendi yaptığınız işi de eleştirirsiniz mesela zeka testleri konusunda en büyük muhalif sizsiniz dediniz. Bu tür konuşmalar da ilginç. Sadece başkalarını değil, kendinizi de eleştirdiğiniz için sözlerinize güveniliyor. Bu kitapla Giordano Bruno için imza kampanyası başlattınız. 1600’lerde haksız yere asılan biri için adalet aramaya nasıl geldin? Kitabın arkasında bir imza kampanyası var ve halen de devam ediyor. Bu kampanyadan ne istiyorsunuz?

Haksızlığa duyarlılığım sevgiden kaynaklanır. Tanıştığım ilk aşk annemin aşkıydı. Annemi nasıl sevdiğimi biliyorum. Onunki biraz daha zordu çünkü hem sevgi veriyor hem de beni büyütmeye çalışıyor. Biliyorsun, bu daha çok annelerin işi. Disiplin demesem de hani biter bitmez orada kırmızı ışıklar çıkıyor ya… Ama annem öyle bir anneydi ki biter bitmez parçaları önüme koydu ve kararı bana bıraktı.

Bana göre tarihte en çok din adına haksızlık yapılmıştır. Kadınları sünnet ettirmek her zaman haksızlıktır, başta Rabbine hamd etmek için kurban kesmektir. Bu haksızlıkları yapanlar din adına hareket eden yetkililerdir. Bruno unutuldu, gitti. Doğmamış çocukların geleceğinden biz sorumlu olsak da bugün yaptıklarımızdan ve yarın onlara nasıl bir dünya bırakacağımızdan da sorumluyuz. Geçmişe ses çıkarmamakla da sorumluyuz. Hele böyle örnek vakalar varken. Vatikan’ın örtbas etmek istediği olayların üzerinde durmayarak Vatikan’a yardım ettiğimiz için o makamlarla da işbirliği yapıyoruz. Aslında ‘Cehenneme Övgü’ kitabımı Caravaggio’ya adadım. Bu kitapta Caravaggio’nun hayatından yola çıkarak hem ondan hem de Bruno’dan bahsettim. Muhtemelen Caravaggio cenaze törenindeydi. Vatikan, azizlerin kurbanlarını sunarken daha gerçekçi olabilmeleri için sanatçıların kafa kesmeyi görmelerini istiyor. Bu dilekçe, Papa’nın selefleri adına Bruno’dan özür dilemesi içindir. Galileo’dan özür dilediler ama hala Bruno’dan korkuyorlar.

Aşktan bahsetmişsin, ben bu aşkı ‘Belkıs Annem’ adlı kitabınızda gördüm…

Evet, ilk aşk ondandır. Babamı hatırladığımda, sadece aşkı hatırlıyorum. Böyle bir aşk yumağı içinde gözlerimi dünyaya açtıktan sonra, her gördüğüm insana sevgiyle bakıyorum.

Bu da yaralanmanıza neden oluyor mu? Çünkü insanların incinmemek, kırılmamak için bazı duvarları vardır ama sen sevgiyle büyüdün, tek bildiğin sevgi vermek.

İnsanlardan incinmem ama haksızlık yapıldığında kendimi kaybediyorum, ellerim titriyor. Hepimiz adaletsizliği yaşıyoruz. Çocuk gibi yaşayabiliriz. Çoğumuz ebeveynler, öğretmenler tarafından haksızlığa uğruyoruz ve bu bizi dayanılmaz bir şekilde hayal kırıklığına uğratıyor. Aynı zamanda içimizdeki öfkeyi de yükseltir.

Bu öfke kişiliğimizde farklı bir şekilde ortaya çıkabiliyor değil mi?

Belki, ama psikolojiye fazla giriyoruz. Bugünü geçmişimizde ararız, halbuki geleceğimize bakmalı ve ne kadar değişebileceğimizi görmeliyiz. Böyle bir yaşam ideolojimiz varsa, yaptığı şey, Stoacılar gibi, onunla kalır. Beni etkileyip etkilemeyeceğine ben karar veririm. Bu yüzden Stoacılığı benimsiyorum.

Peki Bruno’dan özür dileyecekler mi? Bu kampanya ile adınızı söze taşıdınız.

Change.org kampanya başlatmaz, bizim başlattığımız kampanyalara yön verir. Kampanyanın yayılımı, büyüklüğüne ve bize bağlıdır. Change.org’un kurucusu Uygar Bey, kampanya doğrultusunda İtalya ve diğer ülkelerle ilgileneceklerini söyledi.

‘Burjuvamı sevmiyorum, sokak insanıyım’

Sen ve Caravaggio, 400 yıllık yokluğun ardından aynı gün İtalya’daydınız. Diğer ortaklarınız neler?

O bir sokak insanı ve ben de kendimi bir sokak insanı olarak görüyorum. Burjuva geçmişimi sevmiyorum ama ben bir burjuvayım. Ancak ister istemez sokakta yaşıyorum ve kendi sınıfım dışında birçok arkadaşım var. Onlar da bana tahammül ediyor. Ortak bir dil ve sohbet sürdürüyoruz. İyi derecede İngilizce konuştuğum için beni başka bir sınıfa koymasınlar. Bu doğal olarak oluyor, bilerek yaptığım bir şey değil. Ortak bir dil buluyorduk. Yabancı anadili gibi Türkçe konuşuyor bizdensin diyoruz. Nereden geldiğini inkar ediyoruz. Aslında içten bir sevgi duygusu var ama olağanüstü bir milliyetçilik duygusu var. Bilmedikleri bir şey varsa o da ortak dilimizi başka aidiyetlerden inşa ettiğimizdir.

‘CUMARTESİ ANNELERİ KİMLERİ ANIYORUZ?’

Adaletsizlik hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Mesela vapurdasınız birisi çöp atıyor ve siz bana bir şey olmasın diye susuyorsunuz. Ancak orada bir adaletsizlik var, doğanın korunması var, Marmara’nın kirlenmesi var. Aslında her haksızlığa karşı çıkmak risk almaktır. Riske atılabilecek pek çok adaletsizlik var; Sokakta, okulda, çocuklarımızın hayatında gördüklerimiz… Sustuğumuz zaman haksızlıklara o kadar alışıyoruz ki, Osman (Kavala) gibi birine o haksızlığı yapmak çok daha kolay oluyor. Nasılsa vazgeçerler diye unutuyorlar. Bunu 80’lerde çok yaşadık. Dünya nükleer silahlara karşı oynuyordu ve şimdi nükleer silahlar, nükleer silahlara sahip ülkeler çoğaldı. Nükleer savaşa çok daha yakınız ama kimse bundan bahsetmiyor. Günün bilinen haksızlıklarına karşı çıkarız, risk almayız. Risk aldığın zaman bu senin de canını yakar ve sonra onunla daha çok ilgilenirsin. Cumartesi Anneleri’ni hangimiz hatırlıyoruz? Biz o riski almadığımız için hatırlamıyoruz. Çünkü biz o acıyı yaşamadık.

Hayatınızda çeşitli bahislerde riskler aldınız ve bunun bedelini ödediniz…

Benimki diğerlerine biraz benzetilmiş… Her halükarda ‘Neden yaşıyorum?’ diye sorduğunda hayata anlam veren aşktır; Sevdiğin işi yapabiliyorsan sorun yok. Yazamadığım zaman huzursuz oluyorum. Bu yüzden yazmayı seviyorum. Üniversitede kalsam da bu sefer yazmazdım, başka bir alanla ilgilenirdim, araştırma yapardım, bu sefer onunla uğraşırdım. Çünkü hayatın anlamı yaptığın şeyi sevmektir. Ölene kadar yaşamak. O hayatı keyifli kılmak istiyorsan, acıdan uzak durmak istiyorsan bin tane teori ve filozof var. Hayattan zevk almayı seviyorum. Aşk böyle bir şeydir; Başkalarının yaptıklarını takdir ettiğinizde ve kendinizi yapanın yerine koyduğunuzda sizi yaşatır. Ben de yaparım hissi var, o aşk gidiyor sonra.

Doldurduğun bir şey, senin aşk tanımından anladığım şey. Yapılanları takdir etmek ve ben de yapabilirim diyebilmek bana örnek olmak ve o kişiye yaşama sevinci ve takdir edilme duygusunu yaşatmak..

Evet, bir de o kişiye kızamamak… Kişiye kızmıyorum, temsil ettiği görüşe kızıyorum. O kanı temsil eden milyonlarca insan var. O zaman milyon kişiye mi kızacağım?

O zaman Papa’ya kızgın değilsin, kilisenin niyetine kızgınsın.

Evet, ona kızgınım, okuyucuma kızgınım. Okuyucumun ayağa kalkması gerektiğine inanıyorum.

‘KİTABIM BİLDİĞİM HİÇBİR ROMAN GİBİ DEĞİL’

Bu kitap şimdiye kadar çalıştığınız türlerin toplamıdır. Roman olarak çıktı ama biyografi, anı, deneme ve kurmaca gibi türlerin birleşiminden oluşuyor. Bu kitap aslında sizin için bir risk değil mi? Özellikle deneme türü ile tanınan bir yazarsınız, bu kitabın okuyucuyu zorlayabileceğini düşündünüz mü? Tüm dünyaya yayılan bir cins olmasına rağmen…

Fazlasıyla. Bildiğim hiçbir romana benzemiyor, belki de yayımlanmaz diye düşündüm. Çoğu zaman yayıncıya verirsiniz, yayıncı reddeder veya kabul eder. Yayınevi editörü bunu bir pamuk topu olarak dağıtabilir veya olduğu gibi kabul edebilir. Yayınevine göstermeye korktum, utandım, önce bir editör görsün istedim. Kitabımın üç editörü var. Yazmaktan vazgeçmiştim. Editör İdil Kartal beni kelimesi kelimesine okudu… Bir kış boyunca her gün 5-10 sayfa okudu. Sadece okumakla kalmadı, bak şöyle yazabilirsin, böyle yazabilirsin dedi. Bu harika bir şey. Beni yine metinle buluşturdu yoksa oradan vazgeçebilirdim. Bilgisayarda yaklaşık 50 kopya var. Sonra arkadaşlarım editör Berrak (Göçer) Hanım’ı önerdiler, o da kabul etti; 3-4 ay okudu. Ardından Everestli İhtilal (Çakır) Hanım metinleri birleştirip şekillendirdi ve son okumaları yaptı. Artık bir risk değildi, yazdığımı söylemekten mutlu oldum. Bence bitmişti.

Konuşmalarınız her zaman dolu ve içten. Öyleyse neden öğretmeyi seçmiyorsun?

Artık yapamam. ‘Üniversite’ kavramı başka bir modelde olabilirdi, Platon’un ve Sokrates’in okulları gibi okullar bir tartışma seti şeklinde kurulabilseydi… Ama bugün ders verirken bir otoritenin eline düşüyorsunuz. üniversite, sınıfı geçmediğinize dair bir karar var. Bazı öğrenciler sizi pohpohlamak zorunda kalıyor. Hepsi diploma için, yoksa hiçbir anlamı yok, bahsettiğin şey fars…

Nerede konuşursan konuş, seni dinleyecek çok insan var. Ancak siz bunu tercih etmiyorsunuz. Bu aynı zamanda bir seçimdir.

Evet, üniversitede psikolojinin olumsuz yönlerine çok odaklandım. Kaç kişi ona karşı çıkıp psikolog oldu. Mesleğin ahlaki unsurlarını çiğneyerek bu işi yapmaya başladı. Bu yüzden o kuruma gitmemenin daha iyi olduğunu düşünüyorum.

Son olarak ‘Ressamın İsyanı’ ile ilgili eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Şanslıyım ki, fotoğrafçılık bildiğim veya okuduğum bir iddia değil, uzak olduğum bir şey. Ama neyse ki arkadaşlarım birden fazla ressam. Kitabın arka kapağında da Ali Arif Ersen’in bir cümlesi var. Fotoğrafla ilgili, ressamla ilgili bir şey yaptığında ‘sen haddini biliyorsun’ demedi. Ressamlarla yaşamaktan, içmekten, seyahat etmekten kendimi evimde gibi hissettim…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu